Uzun bir aradan sonra, öğretmenler açısından tatilin bittiği, yeni eğitim ve öğretim sürecinin başladığı, ebeveynlerin ise bayramın telaşı ile yeni eğitim öğretim sezonunun alış veriş telaşının yoğunluğunun yaşandığı bir süreçte, bir önceki (Çocuklarımızın Başarısız Olmasında Sebep Biz Olabilir miyiz? (1) başlıklı yazımıza devam etmemiz anlam taşıyacaktır.
Evet; yanımızda, yakınımızda yaşayan, istikbalimizin teminatı olarak gördüğümüz çocuklarımızın söz ve söylemlerinde, hoşumuza gitmeyen her bir davranışı sonrasında, fütursuzca suçladığımız…
Sadece bizim değil;
Çocuklarımızın eğitimlerinden sorumlu olan okullarımızın değerli yöneticilerinin, o değerli eğitimcilerin, kanun koyucu konumunda bulunan sayın siyaset ehlinin, kanun uygulayıcılarının kahır ekseriyetinin suçladıkları o büyük SUÇLU;
Genç ana ve babalar, toplumumuzun yapı taşı olan “AİLE”…
Gerçekten her kesimin ortak paydasında zikredilen temel suçlu, her zaman aile değil mi?
İşin kolaycılığını yaşamaya kaçan (kendi sorumluluğunu yerine getirmeyen ) biz yetişkinlerin genel geçer tercihlerimizdeki suçlu…
Kaleme aldığımız bu yazı, haddi aşan ölçülerde suçlayarak, onların yetişmeleri sürecindeki sorumluluğumuzu kabul etmediğimiz; anne ve babalardan bir özür aslında…
Öyle değil mi? Her şeyi bilen, uzman olduğumuz iddiasında bulunan biz eğitimciler, zamanında ve ihtiyaç duyulan ölçüde bu ağır mesuliyetimizi ne kadar yerine getirebiliyoruz?
Bu serzenişlerimiz umarız; eğitim/öğretim programlarımızın da gözden geçirilmesini, “Program Geliştirme” sürecinde yeni bir başlangıcı tetikler…
Bir önceki yazımızın devamını getirirsek;
Yaşıtlarının duygu ve davranışlarına karşı daha duyarlı olmayı öğrenen (empati yapmaya başlayan) çocuğunuz, yarışmayı bırakacak, oyunlar sırasında işbirliği yapmaya ve yardımlaşmaya başlarken;
4 yaşla birlikte çocuğumuz, okulda öğretilenlerle beraber bazı temel kavramları anlamaya başlayacak, (bir günün sabah, öğle, akşamdan oluştuğunu, mevsimleri vb.), artık; bağımsız/özgün ve özel bir sosyal yaşamı oluşmaya başlayacak…
Kreşte veya anaokulunda ya da birlikte olabileceği her ortamda, yakın çevreden arkadaşları olacaktır. Onlarla olmak ona huzur ve mutluluk verecektir. Bu ortama engel olmamak, onun takım elemanı olmasını destekleyecek, duygusal zekasının gelişmesine son derece olumlu katkılar sağlayacaktır.
5 yaşla birlikte haftanın bazı günlerini, saat ve dakikaları kavramını, sayı saymayı, alfabenin bazı harflerini, büyük küçük ölçü kavramını ve geometrik şekillerin isimlerini öğrenirler. Çocuklarımıza bu kavramları öğretecek çok güzel çocuk kitapları edinebiliriz. Ama acele edip, erken öğretmenin çocuğumuza bir faydası olmayacaktır.
Okul öncesi öğretmenlerimizin zaman zaman düştüğü, “zamanından önce öğretmek” hatalarına düşmemek, bu hataları teşvik etmemek de dikkat edilmesi gereken önemli bir kriterdir.
Çünkü; erken yaşta öğrenme için uygulanan baskı, bireyin bilinç altında; okula başladığı süreçte öğrenmeyi reddetme ve öğrenmeden uzaklaşma gibi olumsuz tesir yaratabilir.
Okul öncesi çocuklarda, erkekler daha agresiftir, kızlar ise daha konuşkan.
Yine okul öncesi yaşlarda çocuklar kız, erkek cinsiyetinin farkına varmaya başlar. Kızlar; oje sürmek, elbise giymek ve makyaj yapmak için ısrarcı olabilir…
Erkekler; daha agresif, iddialı tavırlar sergileyebilir, evden çıkarken en sevdiği topunu, arabasını yanında taşımak isteyebilir. Tüm bu davranışlar çocuğunuzun cinsiyet algısının oluşmaya başladığının işaretidir.
O nedenle bu sürece temel değerlerimizi sebep/sonuç bağlamında açıklayarak, aşağılamadan, kırmadan, sabırla yaklaşmak en doğrusu olacaktır. Belki de en güzeli ve etkilisi “en doğru modelle buluşturmaktır” çocuklarımızı…
Okul öncesi evresinde çocuklarımıza, iyi ve kötüyü anlatırken, yanlış davranışları ve kaza ile yapılan yanlışları da öğretmeliyiz.
Çocuğumuzu yanlış davranışından dolayı cezalandırırken, onu ve davranışı birbirinden ayırmanız gerekiyor. Çocuk kötü olduğu için değil, yanlış ve kötü davrandığı için cezalandırıldığını kesinlikle bilmelidir.
Çocuğumuza “sen kötüsün”, “geçimsizsin”, “kavga çıkarıyorsun” demek yerine, ona neyi yanlış yaptığını açıklamalıyız.
Zaman zaman çocuklarımıza yaptıkları hatalar anında; refleks olarak söylediğimiz; ‘’Keşke seni doğurmasaydım’’ cümleleri düşündüğümüzün çok ötesinde yıkım yapabilir onun gönül dünyasında, yarınlarını karartabilir aslında…
Farkında olmadan onun “kendine güvenini” sarsabilir, özgüvenini ciddi şekilde zedeler ve aşağılık duygusunu kandırırken, “istenmeyen çocuk” olduğunu düşündürebiliriz….
Bazen de “Acele et, yoksa seni burada bırakırım’’ cümlelerimizi; çocuklarımız zaman kavramını yetişkinler gibi algılayamadıklarından;. Onun bilinç altında, “terk edilme,” “yalnız kalma”, “kaybolma” gibi korkularını doğurur, eğer birden fazla tekrarın olması halinde ise var olan bu korkularını daha çok pekiştirmiş oluruz.
“Hiçbir zaman sana söylediğim şeyi yapmıyorsun’’ cümlesini kullanıyorsak eğer; hele hele bu cümleyi sık sık tekrarlıyorsak, çocuğumuz bir süre sonra hiçbir şeyi beceremediğini düşünmeye başlayacaktır.
“Hiç abine-ablana benzemiyorsun’’ diyorsak; çocuğumuzu başkaları ile kıyaslıyorsak, bu tavrımız ona kendisini “yetersiz olduğunu” hissettirecektir.
Her alışveriş sürecinde, bize dönük yapılan her talep karşısında; “Paramız yok alamayız’’ diyorsak, bu cümle de çocuklarımızda; para ile mutluluk arasında bağ olduğu düşüncesini oluşturacak, ve para ile mutluluk satın alınabileceğini düşünmelerini tetikleyecektir.
Sıraladığımız örnekler dışında da ilk anda akla gelmeyen, ancak uygulamada çok kullandığımız bir dolu söz, söylem ve davranışsal hatalarımız nedeniyle, gözümüzden sakındığımız çocuklarımızı hiç de hedeflemediğimiz bir sonuca yuvarlıyor gibiyiz…
Belki de en önemlisi, söz, söylem ve davranışlarımızda çocuklarımızla reflekslerimizi yaşarken, öncesinde bir an durup düşünmek, daha aklıselim olmak, ona göre davranmak lazım…
Çocuklarımızla olan iletişim sürecimizde; çocuğumuzun söz, söylem veya davranışları karşısında, anne ve babanın davranışlarında farklılıklar olmamalı, biri
birinden farklı tepkiler vermemesi gerekiyor. Aksi durumda çocuklarımız; anneyi, babaya, babayı da anneye karşı kullanma gibi farklı bir kişilik de geliştirebilir…
Bir diğer husus ise; çocuklarımızla salt refahımızı değil, hayatımızı paylaşmak gerek aslında…
Önemli olanın, onları, gözümüzden sakındığımız çocuklarımızı, salt kuru bilgiyle donatmak olmadığını, hayatın kendisine hazırlamak olduğunu unutmadan…
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Başkanı